Ejderha, Britanya adalarından Japon
adalarına kadar geniş Avrasya’nın tarihinde neredeyse her toplumda karşımıza
çıkan bir yaratıktı. Neredeyse tüm kültürlerde ejderhalar, ağızlarından alev
püskürten, kanatları olan, çok sert ve kalın pullarla kaplı derisi nedeniyle
öldürülmesi çok zor olan canavarlardı. Doğu ve Batı kültürlerindeki
ejderhaların temel farkı, Doğu kültüründe ejderhanın Batı kültüründen farklı
olarak, samimi, yüce ve kibar olması ya da iyi olan değerleri temsil etmesidir.
Bugün ejderha,
bize sanki Batı mitolojisine ait bir yaratıkmış gibi gelir. Çok daha az
tanıdığımız Çin kültüründe önemli bir yeri olduğunu da söyleyebiliriz. Oysa
ejderhayı, bir zamanlar bize ait olan, sonra yavaş yavaş unuttuğumuz, bugün de
Batı’dan yeniden aldığımız bir efsane olarak tanımlamak yanlış olmaz. Örneğin Türkçenin
en önemli eserlerinden biri olan ve Yusuf Has Hacib'in kaleme aldığı
"Kutadgu Bilig" adlı yapıtta "Evren" adında bir ejderhadan
bahsedilir. Keza aynı biçimde Altay Türklerine ait inanışlarda, güneş ve ay tutulması
olayları, Yelbeğen adı verilen bir ejderhanın
bu gök cisimlerini yemesi olarak anlatılır. Ay tutulması sırasında ayın
Yelbeğen tarafından yenilerek küçüldüğü düşünülür. Türkler Orta Asya’daki
kültürlerinin çok önemli bir parçası olan ejderi Anadolu’ya da taşımış,
yüzyıllarca destanlarda, halk öykülerinde ve sanatta yaşatmışlardı.
Ejderha, tüm
kültürlerde edebiyatın ve sanatın esin kaynağı, pagan inançların, astronomi ve
meteorolojinin parçasıydı. Kimi antropologlara göre, kökeni insanın büyük
sürüngenlerden korktuğu çağlara uzanıyordu. İnsanın kendi kendisiyle
mücadelesinin simgesi ya da doğayı kontrol etme isteğinin bir sonucuydu.
Kimilerine göre Orta Asya ve Çin’de, kimilerine göre Mezopotamya’da ortaya
çıkmıştı. Başkalarına göre ise, insanlığın ortak içgüdülerinin her kültürde
yarattığı bir figürdü. Böyle büyük bir coğrafyada bu kadar uzun süredir
varlığını sürdüren bir mitin birbiriyle çelişen pek çok anlamı olması şaşırtıcı
değil.
Bu yaratığın
yılana ve diğer sürüngenlere duyulan korku ve hayranlığın yarattığı bir
imgelemin sonucu olduğunu düşünenler çoktu. Hatta ejderhanın varlığına
“bilimsel” kanıt aramak isteyenler, 18. yüzyıldan itibaren fosiller toplamaya
başlamıştı. Peki ejderhalar gerçekten yaşamış mıydı? Ejderhaların gerçekten
yaşadığına ilişkin elimizde ne yazık ki ne bilimsel hiçbir bilimsel bir kanıt ne
de fosiller bulunuyor. Büyük olasılıkla da bulunamayacak ve ejderhalar hep
insanoğlunun hayallerinde yaşayan bir yaratık olmayı sürdürecek.
Ejderha Suların Hakimiydi
Suyu kontrol
etme gücü, bu yaratığın her kültürdeki ortak özelliğiydi. İranlı yazar Kazvini’nin
Acaib-el- Mahlukat'ti (13. yüzyıl) anlattığı öyküye göre, bir yılan 100 yaşına
vardığında artık ejder oluyor, Tanrı da onu denize atıyordu. Yaratığın balık
gibi yüzgeci çıkıyor ve hareketleriyle denizi dalgalandırıyordu.
Çin
mitolojisinde akarsu ve yağmurların tanrısı olup gök gürültüsünü de çıkaran oydu.
Ancak suyun hem yıkıcı hem yapıcı etkilerini temsil ediyordu. Yani hem düşman
hem dosttu. Çin’de hem nehirlerin yaratıcısıydı, hem bulutlara ve yanlarında
taşıdıkları yıldırım şeklindeki ateşle fırtınalara yol açabilirdi. İskoçya’da
Loch Ness, Türkiye’de Van Gölü’nde yaşardı.
Babillilere
göre, Marduk’la girdiği savaşı kaybeden ve aslen dev bir su yılanı olan tanrıça
Tiamat, ikiye ayrılmış gövdesi ile Yer ve Göğü oluşturmuştu. İskandinavya’da
ateşlerin tanrısı Loki’nin oğlu Jörmungand, Odin tarafından okyanusa atılmıştı.
Büyüyünce dünyayı kuşatmış, “Midgard Yılanı” adını almıştı. Hindistan’da yüz
başlı dev yılan Ananta, yüce tanrı Vişnu’nun uyuduğu Yer’i temsil ediyordu. Pek
çok bölgede adaların denizin altında yatan ejderhanın yüzeyde kalan bölümleri
olduğuna ve yerkabuğundaki engebelerin de onların hareketleriyle oluştuğu
düşünülmekteydi.
Ejderha
aşılamaz bir bekçiydi, değerli olan her şeyin koruyucusuydu. Bu görevini
yaparken bazen iyilerin, bazen kötülerin hizmetindeydi. Mesela Er Töştük, hayat
ağacının dibini bekleyen ve her yıl ağaca tüneyen Anka kuşunun yavrularını
yiyen ejderhayı öldürmüştü. Jason, altın postu alabilmek için gittiği
Kolkhia’da, onu koruyan bir ejderhayı aşmak zorundaydı. Sonunda, hiç uyumayan
bu ejderhayı, ancak kendi ülkesine ihanet eden Kolkhia kralının kızı Medea’nın
yardımıyla yenebilmişti. Tanrıça Hera’nın büyülü bahçesinde yetişen altın
elmaları da Ladon isimli bir ejderha koruyordu. Çin’de, sahip olanın bütün
isteklerini yerine getirmesini sağlayacak olan inci, ejderhanın korumasındaydı.
Grek bilgin
Aristoteles ejderha zeki ve becerikli ancak bir o kadar da vahşi bir hayvan
olarak bahsediyordu. Romalı yazar Yaşlı Plinius’un anlattığına göre güç ve
bilgelik, ejderhanın kafasında bulunan Draconitas
isimli büyülü taşın ele geçirilmesiyle mümkündü. Çinliler için de ejderha
bilgeliğin sembolüydü. “Kaplan ve Ejderha”, onlar için bugün de iki zıt
kutuptur. Ejderhayla kaplan hep mücadele eder. Çin savaş sanatında “ejderha
stili” bilgeliğe ve akla dayalı, “kaplan stili” ise saf güce ve tekniğe dayalı
birer dövüş yöntemidir. Orta Asya’da ve Çin’de yaşam verici özelliğinden dolayı
ejderha ilkbaharla ilişkilendiriliyordu; örneğin köylüler için hayati olan
yağmurun müjdecisiydi.
Yine Çin
inanışına göre ejderhalar zaman içinde ya gökyüzüne yükselir ya da birer krala
dönüşürdü. Bu nedenle imparatorluk dönemimde Çin’de tahta çıkan hükümdarlar,
halkı etkileri altına almak için ya ejder soyundan geldiklerini ya da ejder
kanı taşıdıklarını ileri sürerlerdi. Örneğin, Çin'i birleştiren ilk imparator
Qin Shihuang, ilk ejder anlamına gelen "Shi Long" olarak da adlandırılırdı.
Han Hanedanı'nın kurucusu Liu Bang ise, kendisinin ejderin oğlu olduğu
efsanesini yaydı. Bunu daha sonraki imparatorlar da sürdürerek, kendi
iktidarının meşruiyetini ispatlamak için, kendilerini "ejderin gerçek
oğlu" olarak ilan etti.
Günümüzde de Çin
halkı için ejderha, en büyük kutsal hayvan ve en büyük semboldür. Ejder, 12
burç içinde en önemlisi olarak kabul görür. Artık kutsal bir anlamı kalmamasına
karşın ejderha, Çinliler tarafından "ulusal birliğin manevi simgesi"
olarak görülür. Ejder, Çin milletinin sonsuz uğurudur.
Türk Kültüründe Ejderha
Eski Türklerde
gök ejderi, baharın, ağacın simgesiydi. İlkbaharda, tıpkı doğanın canlanıp
ırmakların suyla dolup taşması gibi, o da yerin altından yeryüzüne ulaşır,
sonra gökyüzüne çıkar, yağmur yağmasını sağlardı. Fakat ejderha aynı zamanda
yerin (Toprak Ana’nın) çocuğuydu. Yer ejderi, suların derinliklerinde veya
toprak altında yaşardı. Gök ejderinden farklıydı, derisi pulsuzdu, kanatları ve
boynuzları yoktu, olumlu özellikleri ağır basan gök ejderine kıyasla, kötüyü
temsil ediyordu. Ejderhaya eski Türk inanışlarında çoğunlukla iyi özellikler
atfedilirken, zaman ilerledikçe, ejderhanın kötü düşünce ve tasavvurların simgesi
olmaya başladığı söylenebilir. İslamiyet’le birlikte ejderha giderek kötü bir
varlığa dönüşmüş, kötülüğün bir simgesi durumuna gelmiştir. Burada, İslamiyet
kuralları içerisinde, herhangi bir başka tapınma unsurunun insanları İslam’dan
uzaklaştıracağı düşüncesinin etkili olduğu ve bu sebeple ejderha gibi
varlıkların kötü olarak tasavvur edildiği düşünülebilir.
Yine de eski
inanışları terk etmek pek kolay değildir. Anadolu’da 13. yüzyılda yapılmış
darüşşifaları (örneğin Atabeg Cemaleddin Ferruh’un 1223’te Çankırı’da
yaptırdığı darüşşifa) ejderler bekler. Buralardaki iki başlı ejderler, uzun
ömrün, sağlık ve şifanın sembolüydü. Kayseri Sultanhanı, Susuzhan, Karatay Hanı
gibi kervansaray ve hanlarda da yolcuları, garipleri, kimsesizleri, seyyahları
ve kervanları koruduğuna inanılan ejder figürleriyle karşılaşırız.
13. yüzyılda
Anadolu’da Selçukluların olduğu her yer, ejder figürleriyle korunuyordu.
Alaeddin Keykubat, 1221’de Konya’yı büyük bir surla çevirdi. Kale kapıları
üzerinde girişi-çıkışı kontrol eden çiftbaşlı ejder figürleri vardı. Bağdat’ta
aynı yıl yapılan Tılsım Kapısı’nda, Halep ve Diyarbakır kalelerinin kapı
kemerleri üzerindeydi ejderler. Cizre Ulu Camii ve Divriği Ulu Camii’ni kimler
koruyordu? Kapı tokmakları, çörtenleri vb. unsurları birer ejder olduğuna göre,
korkacak bir şey yoktu.
Ejderha Takvimin Bir Parçasıydı
12 Hayvanlı Türk Takvimi ile Moğol, Çin takvimlerinde ejder bir yılı temsil ediyordu. Bugün
Çin takviminde ejder ve yılan sırayla bir yılı simgeler. Ejder yılında çok
yağmur yağar, bereket olur, savaşlar yapılır, kan akar. Yılan yılı da çok
kötüdür, kıtlık, soğuk, hastalık olur (görüldüğü gibi yılan, kimi zaman ejderhadan
ayrılabilir.) Gökkubbeyi bir çift ejder idare eder. Biri dişi, biri erkek olan
bu iki ejder, yıldızların senelik dönüşünü de düzenlerler.
Tanrılar
tanrısı Zeus, bu unvanını hak etmek için çok mücadele etmişti. Düşmanlarından
biri vücudunun yarısı ve kolları yüzlerce yılandan oluşan, gözlerinden ateş
püsküren, ağzından yanan kayalar fırlatan Typhon adlı yaratıktı. Toprak Ana,
çocuklarını (devleri) öldüren Zeus’a çok kızarak yaratmıştı bu ejderhayı. Öylesine
büyüktü ki, "bütün canavarların babası" olarak adlandırılıyordu. Tabii
Zeus, sonunda Typhon’u yendi ve Etna Yanardağı’nın dibine gömdü. Mısır’da tanrı
Set, nefesiyle Python adlı bir ejderha yaratarak Osiris’in üzerine göndermiş, o
da yenilmişti.
Tanrılar, ancak
ejderhaları yendikten sonra gerçekten tanrı olabilirlerdi: Tanrı Apollon’un
Delphoi’de tapınağını kurmadan önce Toprak Ananın ejderha oğlu Python’u
öldürmesi şarttı. Yeni din ancak ondan sonra Delphoi’de yeşerebilirdi.
Sonraları, tek
tanrılı dinler yayıldıkça, ejderha hep yenilmesi gereken bir güç olacaktı.
Hıristiyanlık açısından dünyeviliğin, kötülüğün simgesi olmuştu. Ejderhanın
yılanla ilgisi, Hıristiyanlığın ilk günah anlayışına kaynaklık etti. Böylece
ejderha avcısı şövalyeler ve azizler ortaya çıktı. Korkunç ejderin bir kahraman
tarafından öldürülmesi pagan dönemin artık tamamlanmış olup tek Tanrı’nın
ortaya çıktığını gösteriyordu.
Yüzyıllar boyu
devam eden bu savaşın Siegmund, Beowulf, Siegfried, Kral Arthur, Tristam,
Lancelot gibi sayısız efsanevi şövalyesi, Clement, Philippe, George (Georg,
Yorgo...) gibi pek çok Hıristiyan aziz kahramanı vardı. Fenike ve Kenan
mitolojisinden alınmış olan Leviathan ise hem Yahudilik hem de Hıristiyanlık’ta
puta tapmanın simgesi ve kötülüklerin kaynağı olmuştu. Bu yeni dönemde ejderha
yavaş yavaş iyi özelliklerini kaybederek cehennemin bekçisi haline geldi.
Kur’an’da,
birçok surede belirtildiği gibi, Hz Musa’ya Allah tarafından bahşedilen
mucizelerden biriydi ejderha. Firavun ile tartışırken, peygamberin elindeki asa
bir ejderhaya dönüşmüş, Allah’ın tebliğini ilettiğini bu şekilde kanıtlamıştı:
“Bunun üzerine Musa, asasını yere bırakıverdi, o da birdenbire kocaman bir
ejderha kesiliverdi.” (Araf-107)
Fırdevsi’nin
Şehnamesi ne (10. yüzyılın sonu) bakarsak, ejderha ile savaşmanın, bir erkek
için anlamının ne kadar büyük olduğunu görürüz. Ejderha ya kötülüğün simgesiydi
ve yok edilmesi gerekiyordu ya da gücün simgesiydi ve yenilmesi gerekiyordu.
Behramgur ve Rüstem, ejderlerle mücadele ettiler. Feridun, üç oğlunu sınamak
için ejder kılığına bürünmüştü.
Ejderha
aşılması gereken bir köprü, geçilmesi gereken bir testti. En güçlü savaşçılar,
kahramanlar, en ateşli dindarlar, onunla karşılaşmak ve onu alt etmek
zorundaydılar. Başka türlü de yorumlayabiliriz: Ejderhayla karşılaşmak, insanın
kendisini aştığı bir an, inancını kanıtladığı bir sınavdı.
Aradan
yüzyıllar geçti. Ejderha, artık Batı’da kötülüğün sembolik figürü olarak yer
edinmişti. Bu özelliğiyle uzun yıllar yaşadı. Örneğin, Almanların 1. Dünya
Savaşı propaganda resimlerinde, kahraman Almanlar ve müttefikleri, yılan
şeklindeki düşman İngiliz imparatorluğunu yeniyordu. Eski bir Bolşevik
posterinde, Aziz Yorgo (George) kılığındaki Lenin’in, ejderha şeklindeki
burjuvaziyi altedişini görmek mümkündü. 1930’ların başında Almanya’da solcuların
bir posterinde, Nazi partisinin gamalı haçı korkunç bir ejderhaya
benzetilmişti.
Günümüze
yaklaştıkça, ejder gittikçe evcilleşti. Selçukluların göz alıcı, korkutucu
figürü, bir kültürel miras olarak Osmanlı sanatında gittikçe stilize hale geldi
ama kaybolmadı. Onu şamdanlardan su oluklarına, halılardan tüfeklere kadar her
yerde görürüz.
Ejderha figürü
eğlence dünyasına da girdi. 18. yüzyıl başında, Vehbi’nin Sûrname’sinden
anladığımız kadarıyla, o ünlü düğündeki gösteriler arasında bir ejder maketi
vardı. Karagöz-Hacivat gösterilerinde de ortaya çıkabiliyordu.
Günümüzde,
çocuk masallarında sevimli bir karakter oldu. Örneğin “Ejderhanı Nasıl
Eğitirsin” çok anlamlı bir animasyon başlığıydı: Artık ejderha, çocukların
dostu bir evcil hayvana dönüşmüştü. Ya da “Taht Oyunları” gibi dizilerde,
adaleti yeryüzüne egemen kılmak isteyen hükümdarların en büyük yardımcısı
oluverdi.
0 yorum :
Yorum Gönderme